Az güler, az sevinirlerdi…

İslam büyüklerinin güzel ahlâkından biri de, az gülmek ve dünya nimetlerinden dolayı sevinç ve sürûr duymamaktı. Onlar giyim, evlilik, makam, vasıta sahibi olma gibi dünya nimetlerine mazhar oldukları zaman, bu nispette uhrevî nimetlerinden azalma olacağından endişe ederlerdi. 
Abdullah bin Mes’ud buyurdu ki: “Sıratı geçmediği halde gülen, peşinde ölüm olduğu halde sevinen kimseye hayret ederim.”
Hasan Basrî hazretlerini gören bir kimse, ondaki hüzün ve korkunun şiddetine bakar da onu, az önce büyük bir musibete maruz kalmış sanırdı.
Fudayl bin Iyâd buyurdu ki: “Nice neşeli sevinçli kimseler vardır ki, onlara nasip olacak kefenlikler dokunup satışa çıkarılmıştır bile.”
Cenâb-ı Hakkın Kehf sûresindeki: “Ve (amellerini ihtiva eden) kitap ortaya konur. Günahkârları, onun içindekilerden korkuya tutulmuş görürsün. Onlar: “Eyvah, bu kitaba ne olmuş ki küçük büyük, hiçbir şey bırakmayıp onları saymış” derler. Bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Rabbin hiçbir kimseye zulmetmez” buyuruldu.
Peygamber efendimiz hadîs-i şeriflerinde buyurdular ki: “Allah’a yemin ederim ki eğer siz, benim bildiğimi bilmiş olsanız, az güler çok ağlardınız. Zevklerinizi yapamaz, dağların zirvelerine çıkar, tamamen Allah’a teveccüh ederdiniz.” 
Amir bin Kays buyurdu ki: “Bu fani dünyada en çok gülen kimse, Âhirette en çok ağlayacak olan kimsedir.” 
Vüheyb bin el-Verd buyurdu ki: “İsraf ve vebal bulunmayan gülüş, tebessüm etmektir. Yani dişler görünür, ses işitilmez. 
Abdülaziz bin Ebi Davud buyurdu ki: “Mizah, şakalaşma Eshâb arasında çokça yayıldığı zaman, Cenâb-ı Hak; (Mü’min olanların Allah’ı anmak ve O’nun tarafından nâzil olanı hatırlamak için kalblerinin huşu bulacağı, saygı ile yumuşayıp yatışacağı zaman, hâlâ gelmedi mi?) meâlindeki âyet-i celîlesini inzal buyurdu. Bunun üzerine Eshâb-ı kiram, mizahı bırakıp kalbleri huşûa kavuştu.” Mizah, latife tuza benzetilmiştir. Kararınca kullanılmalıdır…

Comments are closed.