Bilmeceler ve çocuklarımız

Bilmeceler ve çocuklarımız




“Osmanlı Âdet Merasim ve Tabirleri-İnsanlar inanışlar, eğlence ve dil” isimli Abdülaziz Bey’in tahminen 1900’lü yılların başında hazırladığı belgesel bir çalışma var. Tarih Vakfı Yurt Yayınları bu eseri günümüz Türkçesine sadeleştirmiş. Bu eserde araştırmacılar için enteresan bilgiler bulunuyor. Günümüz insanının artık bilmediği günümüz çocuklarının neredeyse unuttukları birçok geleneksel âdetler töreler eğlencelikler kitapta araştırmacıları bekliyor. Bunlardan bir tanesi çocukların birbirlerine anlamlarını sorup eğlendikleri bilmeceler bölümü. Vaktiyle velileri ve büyükleri tarafından hazırlanmış ve manalarını bulabilmeleri için oldukça açık anlatılmasına dikkat edilmiş. Sonraları bu bilmecelerin arasına bazı çocukça olanları da katılmış. Bilmece sorma genellikle büyükler tarafından yapılırmış. Çocukları hem eğlendirmek ve hem daha küçük yaşta zekâlarının çalışmasını zihinlerini açmayı egzersiz yapmalarını amaçlamışlardır. Teknolojinin olmadığı dönemlerde aslında çok güzel bir usuldür. Çocukları düşünmeye heveslendirmek, düşünme kabiliyetlerini yeteneklerini kuvvetlendirmek, hayal güçlerini artırmak ve geliştirmek için sorulacak bilmeceyi sormuşlardır. Bunu sorarken de onu teşvik etmek için bilene “şeker alacağız, kurabiye vereceğiz” gibi vaatlerde bulunulurmuş…

Çocuklara sorulan bilmecelerin başka bir faydası da şuymuş. Büyükler tarafından hazırlanan bilmeceler aynı zamanda manzum sözlermiş. Şiirsellik varmış. Ezberlenmeleri kolay oluyormuş. Bunları duymaları, sevmeleri çok küçük yaştan hem kendi öz diline alıştırılmaları ve hem de edebiyata karşı ilgi uyandırılmasına vesile oluyormuş. Bu yüzden çocuklar için çok faydalı olan bilmece söyleme ve çözmeye önem verilmesi o dönem için çok iyi düşünülmüş bir çalışma olarak değerlendiriliyor. “Her günde bir beş imiş/Birbirine değmemiş/İkisi güneş görmüş/Üçü asla görmemiş.”, “Bir sarı kubbe vardır,/Basarsan pârelenir/ Yarısı zer (altın) yarısı billur (saydam)/İstersen de canlanır…” Bu ve benzeri bilmecelerden örnekler de bulunuyor. Bu iki bilmecenin cevaplarının ilki “namaz” ikincisi ise “yumurta”dır.

      Yusuf Kirazlı

 

 

ŞİİR

 

     Yüksek raftaki vazo

 

Ulaşılmaz bir rafa kaldırılmış hayaller,

Merdivenler kayıp hayatlar yokuş.

Çizgili bir defter gibi yaşamaktayım

Büsbütün dümdüz ve rutin,

Bir günüm aynısı diğerinin…

 

Kafamın içinde esrarengiz sualler…

Beyazları ne zaman geceye gömdüm ben?

Evime bırakılan tanıdık bir düğün davetiyesi hayat,

İstemesem de katılmak, seyirciyim zoraki.

Kendimi camdan sandıklara kilitleyip

Herkese aşılmaz duvarlar örmekte çare…

Öylesine çekildim ki kabuğuma,

Ne zaman kafamın ucunu çıkarsam,

Kendi soluğumdan bile ürküp inciniyorum.

 

Cehennemi sorsalar derim yüksek raftaki vazo içinde alevler,

Cenneti sorsalar derim vazo en yüksek raftaki içinde çiçekler.

Uzansalar erişemezler mümkün değil,

Dokunamazlar tozunu alamazlar yılların,

 

Vazo bu içini hiç göstermez.

Benzemez başka vazolara göze girmek için.

Kaldırılmayı bekler kaç asırdır güneş gören pencere önüne,

Ama birisi onu kırılmasın diye yüksek bir rafa kaldırmış olacak ki

Kıymet verir gibi yapıp en yüksekten sırt çevirmiş birisi.

İçinde solan çiçekleri umursamadan

Onu yıllanmış bir vitrine hapseden birisi.

Belki de onu bir köşede unutmuş birisi.

 

Herkesin merak ettiği

Ama kimsenin önemsemediği

Yüksek raftaki vazo,

Kim kaldıracak bulunduğun yerden seni?

Bu sayha ömrün son seremonisi

Kendini ait hissetmediğin yerde,

Muhayyel bir yaşamak rüyası seninkisi…

               Kübra Can

Comments are closed.