Çocukluğumun kasetleri

Çocukluğumun kasetleri




Geçenlerde, bir arkadaşın internette Aziz Mahmut Hüdayi hazretlerinin meşhur duasını paylaşması beni çocukluğuma götürdü.

Küçükken TGRT’nin evliyaların hayatlarını anlatan filmlerini izlerdik. Hatta ramazan aylarında, sahurdan sonra sabah namazı vaktine kadar bu güzel filmler gönlümüzü mest ederdi. Manevi hayatımıza yön vermede bu filmler son derece faydalı olmuştur.

Bu filmlerden en çok sevdiğim Aziz Mahmut Hüdayi hazretlerinin hayatını anlatan “HÜDAYİ YOLU” idi.

İstanbullu Ömer adında bir asker arkadaşım var. Onunla bir araya geldiğimizde, İstanbul’dan, Üsküdar’dan, derken Aziz Mahmut Hüdayi hazretlerinden bahseder, uzun uzun konuşurduk. Bana her defasında “İstanbul’a gel, Hüdayi’ye beraber gidip dua edelim” derdi.

İnşallah bu zatın duasına mazhar oluruz.

Hüdayi hazretleri, Bursa Kadılığını bırakarak Üftade hazretlerine talebe olup nefsini terbiye için kadılık kaftanıyla sokaklarda ciğer satmış, bir gönül insanıdır.

Şöyle ki dergâhta yine temizlik yaparken davul sesleri işitir. Kulak kabarttığında kendi yerine tayin edilen yeni Kadı’nın geldiğini ve halkın onu karşılamaya çıktığını anlar. Bir anlık dalgınlıkla:

– Biçare Mahmut! Sen böyle bir mesleği bıraktın, şimdi abdesthanelerde temizlik yapıyorsun, diye düşünür. Fakat hemen kendini toplar

– Mahmut, sen hocana nefsini ayaklar altına alacağına dair söz vermiştin, der ve nefsine haddini bildirmek niyetiyle elindeki süpürgeyi bırakır. Taşları sakalıyla süpürmeye başlar. Tam o esnada şeyhi Üftade Hazretleri kapıda belirir:

– Evladım, sakal öyle şeyler için değildir. Sana bu işi vermekteki maksadımız seni nefsinin elinden kurtarmak, önemli bir merhaleyi aştırmaktı. Sen bunda muvaffak oldun.

Böylelikle mertebelere yükselerek geçici “kadılığı” bırakmış, ama “sultanlık” kazanmıştır.

İşte bu gönül insanının, özel bir duası var ki gerçekten çok etkileyici:

“Yâ Rabbî! Kıyamete kadar bizim yolumuzda bulunanlar, bizi sevenler ve ömründe bir kere türbemize gelip ruhumuza Fatiha okuyanlar bizimdir. Bize mensup olanlar, ahir ömürlerinde fakirlik görmesinler; imanlarını kurtarmadıkça ölmesinler; öleceklerini bilsinler ve haber versinler ve de ölümleri denizde boğularak olmasın!”

        İsmail Aybey-Manisa

 

 

 

ŞİİR

 

 

   Bir şairin olmalı

 

Gül yüzüne şiir yazan

Hep bir şairin olmalı

Her sözüne şiir yazan

Hep bir şairin olmalı

 

Çöle sular seller döken

Yollarına güller döken

Sana lirik diller döken

Hep bir şairin olmalı

 

Mutluluğa gıdayım ben

Ruhuna ses sedayım ben

Eğer yoksa adayım ben

Hep bir şairin olmalı

 

Nöbetçi, bilmez flört

Delikanlı mert oğlu mert

Yanında yedi-yirmi dört

Hep bir şairin olmalı

 

    Nöbetçi Şair (Şahin Ertürk)

 

 

UNUTULMAZ TARİHLER

 

VARNA SAVAŞI: 1444’te Varna’da yapılan Osmanlı-Haçlı muharebesi. Sultan İkinci Murâd Han’ın Rumeli fetihleri sonunda Macaristan ve Lehistan ile 12 Temmuz 1444 tarihinde imzalanan Segedin Antlaşması on yıllık bir sulh devresi getiriyordu. Sultan Murâd Han, sulh devresinden istifadeyle, veliaht Mehmet’in idaresini görmek için, yorulduğunu ileri sürerek saltanattan çekildi. Oğlu Sultan İkinci Mehmet Han on üç yaşında Osmanlı tahtına geçti…

Osmanlı tahtına tecrübesiz zannettikleri birinin çıktığını öğrenen Haçlılar, hazırlığa giriştiler. Fırsatı kaçırmak istemeyen Bizans İmparatoru ile Venedik Senatosu, Osmanlıları Rumeli’den çıkarmanın zamanının geldiği iddiasıyla, Macar Kralı Vladislas’a yeminini bozdurdular. Bizans İmparatoru, Kardinal Çesarini ve Macar Kralı Vladislas, Haçlı seferi için hazırlıklara başladılar…

Edirne’de toplanan “Saltanat Şûrası”nda buna göre alınacak tedbirler düşünüldü ve ordunun başında tecrübeli bir hükümdarın bulunmasına karar verildi.

Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’nın isteğiyle İkinci Mehmet Han babasını başkumandan olarak ordunun başına dâvet etti…

Zaferle sonuçlanan Varna Muharebesi; Bizans’ın, Balkanlardan ve Avrupa’dan ümidini kesmesine ve yıkılacağı günlerini beklemesine sebep oldu; İstanbul’un fethine de zemin hazırladı…

Comments are closed.