Her yokuşun bir inişi, her gecenin gündüzü olduğu gibi, ebediyen ızdırap da yoktu…
Yıldırım Han’ın gamlı, kederli yüzü uzun zaman sonra ilk defa güldü. Artık neşesi yerine gelmişti. Yalnız Erkara Bey’in ani değişikliğini tam anlayamıyordu. Nasıl olmuştu da Doğan Bey’e destek vermişti? Oysa kaç defa onu denemiş, her defasında “çürük” çıkmıştı. Hatta cezalandırılmasına ramak kalmışken, bir yolunu bulup, akıncılara katılmış, bu büyük davada etkili vazife yapmış, fedakârlıklar göstermiş olduğunun haberini almıştı. Aslında önce şaşırmış olsa da, çok sevinmişti padişah. “İleride devlet idare edecek bu serdengeçtilerin birbirine düşmesi kadar talihsiz bir şey olamazdı. Sabırla, aklıselimle hareket etmenin bereketi olsa gerek” dedi. İlk hatalarında hak ettiği ceza verilseydi şimdi kahramanlar arasında böyle bir isim olamayacaktı. Bu da Emir Hazretlerinin nasihatlerinin bir bereketi değil miydi?
Padişah, hissiyatını kimseyle paylaşamıyor, daha ziyade heyecana gelerek, hayallerinden, yapacaklarından ve başarılı bu yiğitlere vereceği hediyelere kadar her şeyi düşünüyordu. Tahtın yanı başında duran kâğıtlara, hokkaya batırdığı divitle notlar yazdı. Okudu ve gülümsedi.
Her yokuşun bir inişi, her gecenin gündüzü olduğu gibi, ebediyen ızdırap da yoktu…
Aylarca için için yandığı, kendini kemirip bitirdiği duygularından kurtulmanın hafifliği, rahatlığı ile iki elini birbirine çarptı. Sırma kapı hafifçe aralandı. Bir gölge gibi iki hademe içeri süzüldü. Hayalet sessizliğinde padişahlarını selamladı. Ellerini edeple önlerinde bağlayıp, boyunlarını büktü, beklediler.
Yıldırım Han, neşeyle maun sehpanın üzerindeki fermanı gösterdi.
– Bunu Beyazıd Paşa’ya verin.
– Başüstüne efendimiz, diyen hademeleri beklemeden haremine doğru yürürken; “Devlet zaafa uğramamalı. Her daim güçlü, kuvvetli olmalı. Güçlü görülmeli” diyordu içinden de…
***
BURSA’YA DOĞRU…
Kâbus’un şatosundan ayrılmamak için çok direnen Hurufi, en sonunda sarhoşluğun verdiği uyuşukluğun etkisiyle, zar zor ata bindirilmiş ve urganlarla bağlanarak durdurulmuştu. Bursa’ya giden kervanla Üryan’ın yedeğinde yol alıyordu. Uzun yol, atın ritmik hareketleri, neden sonra uyanmasına ve olup bitenleri muhakeme etmesine sebep oldu.
Tutuklandığını ve Bursa’ya götürüldüğünü anlayınca da yapmadığı taşkınlık kalmadı. Küfürler ediyor, bağırıyor, çağırıyor, hakaret üzerine hakaretler, tehditler savuruyordu etrafındakilere.
Maksadı oradakileri tahrik ederek, bir an evvel öldürülmesini hızlandırmaktı. Bu yaşa kadar gelmiş, yapmadığı kalmamıştı. Bundan sonra onu pek de iyi günler beklemiyordu elbette. Ömrü İslâmiyet’i tahkir etmek, Müslümanları hor ve hakir görmek ve göstermekle geçmişti. Ebu Cehil bile ancak bu kadar yapabilmişti. Son karşılaştığı Kripto ve adamlarıyla hayata yeniden tutunmuş, ikinci baharını yaşamak için de bayağı umutlanmıştı. Hedefine varmada epey mesafe almış, yeniden adamlarını çoğaltma, çevre edinme gayretindeyken Timur Han’ın bir benzerleriyle, hatta daha beteriyle yine karşı karşıya kalmıştı. Bu ne şanssızlıktı. DEVAMI YARIN