Dînin güneşiydi…

Dînin güneşiydi…



Evliyânın büyüklerinden Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri, üstadı Seyyid Nûr’dan ‘feyiz’ alarak tasavvufun en yüksek zirvesine yükseldi.

Bir gece rüyâsında;

“Ey Mazhar! Seninle yapacak çok işimiz var” denildi kendisine.

Bunu merak etti…

Ve düşündü ki;

“Ne gibi bir iş bu?”

Böyle düşünürken “İnsanların hidâyete kavuşmaları, senin vâsıtanla olacak!” dediler.

Hocası onu çok severdi.

Bir gün kendisine bakıp;

“Ey Mazhar! Senin Allah ve Resûlüne karşı çok muhabbetin var. Bu din, senin vâsıtanla yayılacak. Bunun için sana ‘dînin güneşi’ lâkabını münâsip görüyorum” buyurdu.

● ● ●

Bir gün yine üstadı, tevâzu göstererek eğilip bu talebesinin pabucunu önüne çevirdi.

Ona sevgiyle bakıp;

“Ey Mazhar! Senin gibilerle iftihar ediyoruz” dedi.

Yine bir gün de;

“Cenâb-ı Hakk, senin gibi kullarını çoğaltsın” buyurdu.

● ● ●

Bu zat bir sohbetinde;

“Bir kimsenin îmân ile öleceği, son nefeste belli olur. Bir kişi bu devlete kavuşunca Allahü teâlânın ihsânları başlar” buyurdu.

Sordular:

“Nasıl ihsân efendim?”

“O şanslı kula Azrâil aleyhisselâm gelir ve; ‘Korkma, Rabbimizin huzuruna gidiyorsun. Asıl vatanına kavuşuyorsun. Büyük devlete erişiyorsun!’ der. Ona, bundan daha sevinçli bir haber olmaz” buyurdu.

Comments are closed.