Doğan Bey, Maria’nın başı önde geliverdiğini gördü!..

Doğan Bey, Maria’nın başı önde geliverdiğini gördü!..



“Benim üzüntüm çok. Sebep, siz civanmert yiğitler değil… Ah! Ah! Zavallı babam!”

 

Manzarayı seyretmeye dayanamayan kadın, çocuk ve birçok insan, bozguna uğramış ordu gibi çoktan kaçışmış. Adım atılacak yer bulunmayan mekân, domuz sürüsü geçmiş tarla perişanlığına ve sessizliğine bürünmüştü. Vakit kaybedilmeden ikincisi de atıldı. Hayvanın inlemesi, böğürmesi şato duvarlarına çarparak yankılanıyor, dehşet uyandırıyordu. Bu da birincisi gibi kazıklara inmeden havada çengellere takılıp kaldı.

Kan kokusunu duyan yüzlerce kartal, akbaba leşlerin üzerine üşüştü. Seyirci namına ortalıkta kimsecikler yoktu. Kaçan, kaçana dağılmış, tarumar olmuşlardı. Kâbus bile tek başına odasına çıkmak zorunda kalmış, etrafında ne Maria’yı, ne de sadık şövalyelerini görebilmişti!..

Bir köşede zindancıbaşı, Boris’e;

-Azizim! Felaketti felaket! Çengellere takılmış Osmanlı, yırtıcı bir kaplan gibi kükrüyor, domuz gibi böğürüyor, çirkin ayakları titriyordu. Kuduz köpekler gibi ağzından dili sarkmıştı.

-Vay be! Çok şaştım!..

-Hâlâ kusacak gibiyim!..

Herkes, başka bir şekilde, anlayışına ve korkusuna göre iki Osmanlının çengellerde can verdiğini anlatıyor, dehşetten ürküyorlardı.

Bu hadise haftalarca hep birinci konu olarak insanların dilinden düşmeyecekti.

           *** 

Doğan Bey ve arkadaşları, bir hamlede şatoyu terk edip, buluşma noktasına geldiler. Erkara ve arkadaşları da kendilerine güvenen Hurufi ve diğer arkadaşlarını yakalamış, getirmişlerdi. Doğan Bey, Erkara’nın tövbesi ve sadakati karşısında çok memnun kalmış, Allahü teâlâya şükretmişti. Her an bir aksilik yapacağı ihtimalini düşünerek ilave tedbirler de almıştı mutlaka. Neyse ki ona hacet kalmadı. İlk iş olarak Çekirge Ali’yi Bursa’ya uğurladılar.

-Var, git! Durumu anlat. Meraktan kurtar büyüklerimizi.

-Emriniz olur beyim, demiş atına atlayıp fırlaması bir olmuştu. Göz açıp kapayıncaya kadar çoktan ufukları aşmıştı bile.

-Çekirge müjdeyi götürdü. Sıra bizde hadi bakalım. Toparlanın, derken Doğan Bey, Maria’nın başı önde süklüm, püklüm geliverdiğini gördü. “Ne de olsa babasının bütün planlarını altüst etmenin korku ve mahcubiyeti var. Bir ömür huzur ve saadetle yaşadığı bu esrarlı yeri, bir daha görememe endişesi de yabana atılacak gibi değil” dedi içinden. O da mahzunlaştı gayriihtiyari.

Bu fedakâr Prenses’i meyus gören beyler de acıdı. Matem tutar gibi sessiz beklediler oldukları yerde.

Doğan Bey, söze nereden başlayacağını, ne demesi gerektiğini bir türlü bilemiyordu. İşte ne zamandır bu neticeyi bekleyen mesut beyler, vazifelerini muvaffakiyetle tamamlamanın huzuru içindeler. Yaraları kapanmış, kalplerdeki tahribat bitmişti. Sevinç ve keder. İki zıt şey bir arada. Acaba ne yapsaydı?

Maria bir sülün gibi Doğan Bey’in yanına kadar geldi.

– Benim üzüntüm çok. Gizleyemiyorum da. Sebep, siz civanmert yiğitler değil… Ah! Ah! Zavallı babam! Kendini bir şey sanan, ilah yerine koyan acınacak insan! Adam olmayan adamları… Uyuşuk şövalyeler… Kim bilir bundan sonra başına ne çoraplar örecekler. Ona çok yalvardım, gel ebediyen kurtul diye, ama sözümü geçiremedim, yiğidim… Onların da sizin saflarınıza katılmamasına üzülüyorum. Sonsuz bedbaht olacaklarına yanıyorum. Ne yapalım ki elimden fazla bir şey gelmez… Haydi yiğitler gidiyoruz. Huzura doğru, diyen Maria, daha önceden ayarladığı besili atına atladı. DEVAMI YARIN

Comments are closed.