Evliyânın rûhâniyetinden yardım istemelidir…

“Evliyânın isimlerinin anıldığı yerde, rûhâniyetlerinin hazır olduğunda şüphe yoktur!”

 

 

 

Şerîfzâde Mehmed Efendi Osmanlı âlimlerindendir. 1553 (H.960) yılında Eğirdir’de doğdu. İstanbul’da Şeyhülislâm Zekeriyyâ Efendinin derslerine katıldı. Ondan icâzet aldıktan sonra çeşitli medreselerde müderrislik yaptı. Sultan Dördüncü Murâd Han devrinde Anadolu Kâdıaskeri oldu. Padişah onu Nakîbü’l-eşrâflık müessesesinin başına getirdi. 1630 (H.1040) da İstanbul’da vefât etti.

 

Şerîfzâde hazretleri Menâkıb-ı Evliyâ isimli eserinde, Allah dostları olan velîler hakkında şöyle demektedir:
“İleriyi gören, hakkı bâtıldan ayıran akıl sâhipleri ister sultan, ister hâkan, ister derviş, ister vezir, ister zengin isterse fakir olsun, kerâmetleri anlatılan evliyâ hakkında temiz niyet ve doğru îtikâd sâhibi olmalı. Onların kerâmet ve evliyâlığına inanmalı, rûhâniyetlerinden yardım istemelidir. Haklarında gösterilen bu hüsn-i niyet sebebiyle himmetlerine ve sıkıntı ânında imdâdlarına kavuşulur, dünyevî ve uhrevî murâdlarına nâil olunur. Evliyâ-yı kirâmın menkıbeleri anlatıldığı ve isimlerinin anıldığı yerde, mecliste onların rûhâniyetlerinin hazır olduğunda şüphe yoktur. Hattâ âlimler, büyük velîlerle Silsile-i aliyyenin isimlerinin anıldığı mecliste yapılan duâ makbul olur, demişlerdir. Esas hikmet, onlar hakkında iyi îtikâd sâhibi olmaktır. Yeter ki onlara inanılsın.

 

Zamânımızdaki kutupların, velîlerin de hazır bulunduğu gazâlara, vefât etmiş bulunan ricâl-i gayb, evliyâullah da katılarak yardımcı olur. Bu îtibarla devlet adamları, pâdişâhlar bu nîmetin kadrini bilip adâlete meylederek, zulüm ve haksızlıkların defedilmesine ve zâlimlerin kökünü kazımaya gayret sarf etmelidir. Aksi hâlde zaman zaman devlet ileri gelenlerinin fukarâ ve zayıflara ettikleri pekçok zulüm ve haksızlık, ayrıca bizim kötü işlerimiz ve günahlarımız sebebiyle, zafer ve nusret diğer tarafa döner. Her ne kadar evliyâullahın İslâm askerini kırması söz konusu olmasa da, Allahü teâlânın irâdesi diğer tarafın kazanması yönünde olunca, ricâl-i gayb bunlara yardım etmediği gibi, bâzen; “Ey kâfirler! Şu fâcirleri, âsileri, günahkârları öldürün” diye hitâb etmişlerdir. Pekçok zulüm ve isyanları sebebiyle ehl-i İslâma olan gadab-ı ilâhîyi bildirmek için kâfirlere böyle hitâb edip Müslümanlardan nice kimseye de işittirmişlerdir. Tâ ki bâzı gâfiller bu sırra şâhid olup uyansınlar, ibret alsınlar. Mûteber tasavvuf kitaplarında bu mânâda pekçok söz ve menkıbe vardır.


Comments are closed.