“Gül vereyim derken kafayı yarar, Kadı’nın kızında kusurlar arar…”

“Gül vereyim derken kafayı yarar, Kadı’nın kızında kusurlar arar…”




“Eee, sen de amma uzun ettin be birader! Bu kadarcık kusur, kadı kızında da bulunur!..”

 

Yusuf Efendi, hanımına hikâyenin sonunu şöyle bağlamış:

– İşte mesele orada ya… arkadaşı öfkeyle: “Eee, sen de amma uzun ettin be birader! Bu kadarcık kusur, kadı kızında da bulunur” diye çıkışıp arkadaşına şu beyitleri okumuş:

 

Gül vereyim derken kafayı yarar,

Azı faydalıysa da çoğu zarar.

Kendi kabahatine bakmaz ama;

Kadı’nın kızında kusurlar arar.

 

Birkaç saniyelik bir suskunluktan sonra gözü beyinin gözlerinde olan Şükriye Hanım; “Hadi devam etsene” der gibi dik dik baktı. Sonra Yusuf’un o alışılmış sessiz sesi duyuldu:

 – Tamam, nerede kalmıştık?

 Hikâyede kaldıkları yeri hatırlattı genç anne. Pürdikkat olduğu belliydi. Dinlediklerinden dolayı epey rahatlamıştı. Bir köşeye çekilip beklemeye başlamak istemiyordu. Bu hastalığın Ali’yi nasıl yakaladığına bir türlü akıl erdiremiyor, kimseye bu işin mahiyetini soramıyordu. Ümitleri hepten kırılmış, istikbale dönük ipleri kopmuştu sanki. Artık ne yapacağına kocasıyla birlikte karar vereceklerdi.

– Şimdi sual sırası bende; bununla bana ne ders verdin Bey?

– Ders falan yok hanım! Şunu demek istiyorum; hani bir ecdat sözümüz var ya: “Oynamayan gelin yerim dar der.” İşte bunun gibi, bahane ararsak o kadar çok ki… Sen demeden ben sayayım; evimiz dökülüyor, Ali’ciğim hasta, dünyadan bihaber küçüklerimiz var, şehirdeki yeni hayatımız meçhul, akıbetimizin ne olacağını bilmiyoruz, doğru dürüst bir işim yok, kiler tamtakır.

– Bugün bulduk bugün yiyoruz. Cenâb-ı Hak kerimdir yarına…

– Amenna… Saymakla bitmiyor ki…

– Şikâyet eden mi var Bey?

– Yok, Allah razı olsun! Zaten senin tesellin de olmazsa…

– Ama Bey, biz bir aileyiz; iyi günde, kötü günde hep beraber olmaya söz vermedik mi?

– Vermesine verdik de…

– De’si de ne? Senden gücünün yetmeyeceği bir şey isteyen mi var? Bir çevre edinelim; ben nakış işler, oya yapar, icap ederse ev temizliğine de giderim. Yeter ki sağlık olsun. Hele şunun ettiği dertlere bak?

– Çocukları, seni düşünüyorum Şükriye! Kendim için üzülmüyorum!

Dün gece yâr hanesinde yastığım bir taş idi,

Altım çamur, üstüm yağmur, yine gönlüm hoş idi…

diyenlerin memleketindenim. “Bana ne” diyemem.

-Övünmesen olmaz!

-Memleketimle, güzel insanlarıyla iftihar ediyorum. Onlara laf söyletmem hanım!

– Bildiğim için takıldım peşine zaten. Her neyse Bey, hele bir çocuğumuz ayağa kalksın.

– Dualarımız onun için.

– İbrahim Hakkı Hazretleri böyle derken neyi kastetmiş, bize nasıl bir mesaj vermek istemiş olabilir Bey?

– Hanım, hatırladığım kadarıyla hikâyesi şöyle: Çok utangaç bir delikanlı kalbini, bir güzele kaptırmış, yanmış yakılmış. Düşünsene, yanına bile gidemiyor, uzaktan uzaktan vurulmuş işte.

DEVAMI YARIN