Hiç unumuz kalmadı

Ebu Müslim Havlânî (rahmetullahi aleyh) hazretlerine bir gün hanımı; “Efendi, evde hiç un kalmadı” deyince, “Hiç paran var mı?” buyurdu. “Bir dirhem var” deyince;
“Onu ver!” buyurdu.
Bir de torba istedi.
İkisini alıp pazara çıktı. Yiyecek satan bir satıcıya yaklaştı. Un alacaktı. Ancak o sırada bir dilenci yanına gelip; “Ey Müslim! Bana bir sadaka ver” dedi.
Cevap vermedi.
Oradan ayrıldı.
Bir dükkâna girdi.
Ancak dilenci onu takib ediyordu. Yanına gelip yine sadaka istedi. Oradan da ayrılıp başka dükkâna gitti. Dilenci peşini bırakmadı.
Çaresiz kalmıştı.
O dirhemi çıkardı.
Dilenciye verdi.
Sonra bir marangoz dükkânına gitti. Yerlere atılmış odun talaşlarını toplayıp torbasına doldurdu ve eve gidip kapıyı çaldı.
Hanım kapıyı açtı:
“Hoş geldin efendi.”
“Hoş bulduk” dedi.
Ve elindeki içi talaş dolu torbayı verip; “Biraz işim var, az sonra gelirim” dedi ve ayrıldı. Hanımı torbayı açınca, içinin “un” ile dolu olduğunu görüp çok sevindi.
Bir miktar aldı.
Hamur yaptı.
Ve pişirdi.
Ebu Müslim Havlânî hazretleri gece geç vakit eve döndüğünde hanımı sevinçli bir halde karşılayıp, pişirdiği sıcacık nefis çörekleri önüne koydu.
Büyük veli sordu:
“Unu nereden buldun?”
“Sen getirdin ya” dedi.
O zaman Allahü tealaya hamdederek hem yedi, hem ağladı. Allahü teala, onun kırık ve mahzun kalple evine getirip bıraktığı torba içindeki toprak ve talaşı “un”a çevirmişti…

Comments are closed.