Namazın içinde, tekbîr, tevhîd, tesbîh, hamd, şükür, hürmet, tevâzu bulunmaktadır. Böylece bütün bedenî ibâdetlerin hülâsası olmaktadır.
Namaz, Allah’ın yüce şânını ve sonsuz kudretini terennüm eden en güzel şekil ve kelimelerden meydana gelmiştir: Namazın içinde, tekbîr, tevhîd, tesbîh, medh ü senâ, hamd, şükür, hürmet, tevâzu, tazarru ve niyaz, bütün müminlere hayır dua, Peygamberimize salât ü selâm bulunmaktadır. Kur’ân okumak başlı başına bir ibâdettir. Namazda bir miktar da Kur’ân okunmaktadır. Müminlerin birbirleri ile selâmlaşmaları ayrı bir ibâdettir. Namaz sonunda selâm da vardır. Yine dinimize göre tefekkür büyük ibâdetlerden biridir. Cemaat ile kılınan namazlarda müminler, Allah’ın kudretini düşünme imkânına sâhip olurlar.
Namaz içinde yemeyi, içmeyi terk gibi oruca ait yasaklar bulunduğundan, namazda oruç da mevcuttur. Namazın zekât ve hac ile de alâkası vardır. Çünkü namaz, vücudun ve ömrün zekâtıdır. Namazda kıbleye dönülmesi ise, hacca bir işâret ve nümûnedir. Görüldüğü gibi, namaz, bütün bedenî ibâdetleri içine almakta, böylece hepsinin bir hülâsası olmaktadır…
Namaz, mîracın bir zirvesi, “Kâbe Kavseyn”e açılan Sidretü’l-müntehâdır. Namaz burada farz kılınmıştır. Namaz mîracında da bu zirve söz konusudur. Fiilî hareketlerdeki zirve ise, secde makamıdır. Kur’ân-ı kerîmde, (Secde et ve yaklaş) [Alak,19] meâlindeki âyet-i kerîmede bu zirveye işaret edilir. Fiilî hareketlerdeki zirve, secde makamı olduğu gibi, kırâatteki zirve de, Fatiha sûresindeki (Yalnız sana ibadet ederiz)deki hitap makamıdır. Bu hitap makamı aynı zamanda ihsan ve şühûd makamıdır. Kesretten vahdete/çokluktan birliğe çıkma makamıdır. Sevgili Peygamberimizin ifadesiyle, (İhsan, Allah’ı görür gibi ona ibadet etmendir. Sen onu görmüyorsan da O, her an seni görüyor.) [Buharî]
Bu zaviyeden konuya bakıldığında; namaz kılan kimse biraz sonra mîraca çıkacağını, değişik basamaklardan sonra varacağı Sidretü’l-müntehâda yapması gereken iki hususa yoğunlaşmalıdır:
Birincisi, kalb ve dilin birlikteliğini sağlamaya yönelik bir fikrî çaba içerisine girmelidir. Peygamber Efendimizin mîraç zirvesindeki hâlini tasvir eden (Gözün gördüğünü kalb yalanlamadı) [Necm,11] meâlindeki âyetin verdiği ders çerçevesinde, doğrudan Allah’a hitap eden, (Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım isteriz) [Fatiha, 5] meâlindeki münâcât başta olmak üzere, namazdaki bütün kırâatleri ve tesbihleri lisanımızla okurken, kalbimiz de onların mânâsını takip ve tasdik etmelidir. Bu makamda kalbin mâsivâ ile meşgul olması durumunda, lisanın söz gelimi (Yalnız sana kulluk ederiz) şeklindeki yakarışı havada kalır. Kalbin, lisanın dediklerini takip etmemesi, onu tekzip, yalanlama anlamına gelir ve işin ciddiyetini bozar.
İkincisi, gerek bedendeki gözleri, gerek kalb gözlerini kendi hedeflerine yöneltmeye gayret göstermelidir. Muhammed aleyhisselâmın Miraç zirvesindeki hâlini tasvir eden, (Gözleri ne sağa-sola kaydı, ne de hedefini şaştı) [Necm,17] meâlindeki âyetin ders verdiği gibi, baş gözlerini seccadesinden; kalb gözlerini de kendisine secde edeceği Rabbinden başka tarafa çevirmemelidir. Böylece, biraz sonra huzuruna varacağı ve (Bizi dosdoğru yola ilet!) diye kendisine yalvarıp yakaracağı Rahman ve Rahim olan (Rabbinin büyük âyetlerinden bazılarını müşahede imkânını elde eder) [Necm,18], O’nun hususî feyiz ve iltifatlarına mazhar olur.