“İmâmları ile çağrılmak” ne demektir?

Âyet-i kerimeden anlaşılan, “Her ümmet, âhırette, Peygamberlerinin ve dînde uydukları İmâmlarının isimleriyle çağrılacaklardır. 

 

 

 

Mukaddes kitâbımız Kur’ân-ı kerîmde, “İsrâ” Sûre-i celîlesinin 71. âyet-i kerîmesinde meâlen: “O gün (Kıyâmette), her fırkayı İmâmları ile çağırırız” buyurulmuştur. Bugünkü makâlemizde, bu mühim âyet-i celîlenin açıklaması hakkında mu’teber bazı tefsîrlerden [2’si Arabî ve 1’i Fârisî 3 tefsîrden] bazı nakıller yapmak istiyoruz:

 

Tefsîr ilminin büyük üstâdı ve “Reîsül-müfessirîn=Müfessirlerin şâhı, reîsi” diye anılan, Kâdî Abdullah bin Ömer Beydâvî’nin tefsîri olan “Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl” isimli 2 cildlik kıymetli tefsîrde, bu âyet-i kerîmenin açıklaması olarak şöyle buyurulmuştur: “Her ümmeti, Peygamberleri ve dînde uydukları İmâmları ile çağırırız.”

 

[Şîrâz civârında “Beydâ” şehrinde tevellüd, 685 [m. 1286] senesinde Tebrîz’de vefât eden Kâdî Beydâvî, müfessirliğinin yanında, aynı zamanda, Şâfi’î mezhebinde fıkıh âlimi olup Şîrâz’da kâdîlık yapmış bir zâttır; Kâdî Beydâvî’nin “Kelâm”, “Fıkıh” ve “Tasavvuf=Ahlâk” ilminde de kitâbları vardır.]

 

İsmâîl Hakkî Bursevî’nin (rahmetullahi aleyh) “Rûhu’l-beyân” ve Hüseyin bin Alî Vâız-ı Kâşifî’nin (rahmetullahi aleyh) “Tefsîr-i Hüseynî=Mevâhib-i Aliyye” isimli tefsîrlerinde ise, yukarıdaki âyet-i kerîmenin açıklamasında: “Herkes, kendi mezhebinin İmâmı ile çağırılır. Meselâ “Yâ Hanefî” veya “Yâ Şâfiî” denilir” ifâdesine yer verilmiştir. İslâm âlimleri, bu açıklamaların, dört hak mezhepten birine uymanın vâcib olduğunu gösterdiğini söylemişlerdir.

 

[10 cildlik “Rûhu’l-beyân” tefsîri, Aydos’da tevellüd edip Bursa’da vefât eden, Sôfiyye-i aliyyeden, Celvetî meşâyihından, Üsküdar-Atpazarı’nda Osmân Efendi’den hilâfet alan ve çok kitâb yazan İsmâîl Hakkî Bursevî’nin (rahmetullahi aleyh) [1063-1137/1652-1725] eseri olup Beyrût ve İstanbul’da 1389 yılında bastırılmıştır. “Kenz-i mahfî” isimli meşhûr bir eseri de vardır.]

 

[Fârisî “Mevâhib-i Aliyye” tefsîrine gelince: Bu kitap meşhûr olup Hirât(Herât)’ta vâızlik yapan ve 910 [m. 1505] yılında yine orada vefât eden, çok kitâb yazan Hüseyin bin Alî Vâız-ı Kâşifî’nin (rahmetullahi aleyh) eseridir. “Ahlâk-ı Muhsinî” isimli kitâbı, İngilizceye tercüme edilmiştir.

 

“Mevâhib-i Aliyye” isimli tefsîr, [1246]’da İsmâîl Ferrûh Kırîmî tarafından Türkçe’ye çevrilmiş, bu Osmânlıca tercümeye “Mevâkib Tefsîri” ismi verilmiştir. Muhammed Bitlisî de [vefâtı 982], bu Farsça tefsîrin başka bir tercümesini yapmıştır.]

 

Demek ki, âyet-i kerimeden anlaşılan, “Her ümmet, âhırette, Peygamberlerinin ve dînde uydukları İmâmlarının isimleriyle çağrılacaklardır. Meselâ,  ümmet-i Mûsâ, yâ ümmet-i Îsâ, yâ ümmet-i Muhammed; yâ Hanefî yâhût yâ Şâfiî denilecektir.” [Kâdî Beydâvî (Envârut-Tenzîl), İsmâîl Hakkî Bursevî (Rûhu’l-Beyân), Hüseyin Vâız-ı Kâşifî (Tefsîr-i Hüseynî=Mevâhib-i Aliyye]

 

Kötü milletler de, zâlim krallarıyla çağrılacaklardır. Meselâ Fir’avun ve taraftarları, Nemrut’un adamları diye çağırılacaklar. Kötüler kötü, iyiler de iyi liderleriyle çağrılacaklardır. [Meâlimü’t-tenzîl]


Comments are closed.