Kabul etmediğimiz sürece…

Kabul etmediğimiz sürece…




Kabullenmeyişimizin temel sebebi, değiştirmek istediklerimizle alakalıdır. Esasında değişimin zemininde gizli bir hassasiyet vardır; kabul görülmek. “Değiştirmelisin, düzelmelisin” vb. pek de iyileştirici olmayan tavsiyelerin gerginliği, kolay kolay sağlıklı sonuç vermemiştir. ‘Seni böyle kabul ediyorum’ diyerek muhatabımızın kendisiyle barışması, akabinde kabullenilmiş olmanın verdiği rahatlıkla iyileşme sürecinin başladığı çok kez görülmüştür. Kabullenmek, bir davranış veya durumu mutlaka onayladığımız anlamına gelmez. Bu duruş, bazı durumları olduğu gibi kabullenmeniz anlamına gelir.

Bunun için açıkça değil de duyguların üslubuna uygun yaklaşım diyebilirsiniz. Açıp gösterdiğimiz yahut göstermekten kaçındığımız yaralara parmak basmak -belki de çok iyi niyetle- görünürde kanamayı durdursa dahi, kanın daha çok toparlanıp fışkırmasına sebep olur. Yarayı ve yarayı taşıyan insanı bastırmak ve yargılamak da bununla eş değer. Daha iyileştirici bir yöntem varsa denemek, yoksa yaranın varlığını kabul etmek… Her sıkıntılı durumun çiçek açması için kendine ayrılmış bir zamanı vardır. Yeter ki muhataplarımıza karşı çölde yağmur, güneşte kar arayacak anlayışsızlıkta olmayalım. “Sende ne varsa kabulleniyorum, çünkü biliyorum ki kendini sevebilirsen insanlığı da sevebilirsin. Sevdikçe iyileşmek isteyecek ve kendinde sana ağır gelen her şeyle yüzleşebileceksin.” Kendimizle, insanlarla iletişimimizde atacağımız adımlar bir ömrün zihnimizin psikolojisine mâl olabilecek etkide. Bu yüzden neyi neden yaptığımız değil de, yaparken nasıl yaptığımızı düşünmek her şeyi daha kolaylaştırabilecek derecede önemli bir detay. Diyalektik Davranışçı Terapi’nin çalışmalarına büyük imzalar atan psikolog Marsha Linehan’in işaret ettiği gibi bir şeyleri bırakabilir, değiştirebilir, kabul edebilir veya sefil kalabiliriz. Bazen bir şeyleri değiştirecek durumda olmayabiliriz. Bu sebeple belli bir ölçüde hoşnutluk ve eşitlik içinde yaşamak istiyorsak, kabullenmek, tek tercih olarak da önümüze çıkabilir. Karşılaştığımız aslında gerçeğimizdir.

         Ebrar Dumlu

 

 

 

 

ŞİİR

 

               Vatan uğruna

 

Bu toprakların her köşesinde vatan kokar.

Her ananın gözyaşı mabedimizi sızlatır.

Mücadele uğruna çırpınan dilaver evlatlar,

Unutur mu bu vicdan, unutur mu bu yürek?

 

Gözünden düşen yaşa kıyamazken,

Onlar canlarına kıydı Mehmetçiğin.

Üç bir yanı denizlere kaplı olan ülkeyi,

Dört bir yanı işgalci devletler sardı.

 

Ne oldu peki?

Kim alabildi bu vatanı?

Kim bozabildi bağımsızlığı?

 

Nice terler döküldü.

Nice emekler verildi.

Nice uykusuz geceler geçti.

Nice aç susuz günler…

 

Sızlamadan isyan etmeden,

Yüreklerde tek emel, tek arzu,

Korku nedir bilmeden,

Aslan gibi kükrediler…

 

Bu mücadele sadece tarihten ibaret değildir.

Bu mücadele uğruna dökülen gözyaşıdır.

Mehmetçik kanı ile toprak yıkanmıştır,

Yine de bu gayeden dönülmemiştir.

 

          Nazar Sarıca-Ereğli/Zonguldak

 

 

 

KISA KISA… KISA KISA…

 

Mükemmel

 

Mükemmel diye bir şey var mıdır? Kusursuz, hatasız, kelimenin tam anlamıyla mükemmel… Gerçek hayatta mükemmel diye bir şey yoktur, olamaz. Herkes mükemmel olmak için çabalar ama yaptığımız şeylerin hep daha iyisi vardır, bir adım daha önde olanı. Yaptığımız her şey boşuna mıdır o zaman? Hayır, çünkü her konuda, her şeyin hep daha iyisi vardır, yaptığımız iş mükemmel değildir ama eşsiz olabilir. Önemli olan da budur zaten, herkes mükemmeli arar ve bunu yaparken ortaya çıkan sonuçlar hep benzerdir…

Oysaki mükemmeliyetçilik duygusu olmadan yapılan işler eşsizdir, benzeri yoktur. Ama mükemmel dururken eşsiz olanı kim ister ki? Yaptığımız her iş mükemmel olmaz, hatta hiçbiri mükemmel olmaz, eşsiz de olmayabilir, ama zaten olmak zorunda değildir. Yaptığımız her davranışın, çabanın, emeğin, bir sonucu olmak zorunda değildir. Bazen hiçbir sonuç alamayız, bazen başaramayız. Önemli olan “denedim” diyebilmektir, önemli olan deneyebilmektir, denemekten korkmamaktır, bir sonucu olmasa bile…

ENES BABAYİĞİT