“Cahil olmayan mı var Celâl Efendi? İnsan yüz meseleden birini bilse de, doksan dokuzunu bilemiyor…”
Lütfü Hoca:
– Peki Dadaşım! Köye gider gitmez sadaka vereceğim inşallah… Aaa! Bu tay da nereden çıktı?
– Ne tayı Lütfü Hoca?
– Aa görmüyor musunuz? Birkaç haftalık yağız tay! Aha peşimizde! Gel kurik gel!..
Tam Kalenin önünden geçiyorlardı ki iki üç haftalık yağız bir tay peşlerine takıldı. Hatta Lütfü Hocanın atının ayakları arasına kadar sokuldu. Bu mıntıkada eskiden beri böyle şeylerin olduğunu çok duymuş olan Celal Efendi, işe temkinli yaklaşıyordu. Daha önce Camışgil’in Hafızın manda arabasına da bir keçi yavrusunun bindiğini duymuşlardı. Öyle ağırlık vermiş ki, hayvanlar çekemez olmuş diye anlatılıyordu. Gece buralardan geçenler çok değişik hikâyeler anlatırdı. Başladı içinden bildiği duâları okumaya.
– Hocalara böyle şey de söylenmez ama cahilliğimize ver Hafız Efendi. Bir Yâsin-i şerif oku da kulaklarımızın pası açılsın. Malayani konuşmaktansa, Kelâm-ı kadim dinleyelim.
– Cahil olmayan mı var Celâl Efendi? İnsan yüz meseleden birini bilse de, doksan dokuzunu bilemiyor. Onun için çok okumak lazım, çok Allah’tan korkmak gerek… Kendini bir şey sanmamak lazım!
– Orası doğru. Elimden geldiğince, işten güçten fırsat buldukça okuyorum. Bu hususta “köyümüzde üstüme yok” desem övünmüş olmam. Hem de devamlı ve sistemli okurum… inanarak ve de zevkle. Ha, biraz gevezelik ediyorsam ondandır.
– Estağfirullah! Mesele doğru kaynakları doğru yerlerden okumak Celâl Efendi. Doğrunun düşmanları çoktur malumunuz. İçten nefis, şeytan, dıştan kötü insanlar, sahte arkadaşlar. Çok uyanık olmak lazım çok! Yasin-i şerif uzun olur da Amme’yi okuyayım olur mu?
– Olur.
E’ûzü-Bemele çekti. Okuyup “Sadakallahül âzîm… dedikten sonra aklının kaldığı taya bakmak için geri döndüğünde ne yağız tay, ne de başka bir şey vardı ortalıkta.
– Yaa nereye gitti bu tay? Kurda kuşa yem olacak yavrucak!
– Lütfü Hocam! Atların peşine takılmasını bilen, ayrılmasını da bilir!
– Anlamadım!
– Buralarda sık sık görülür bu vakalar. Kalenin önünden, bilhassa eski mezarlığın çevresinde ve ta köyün değirmenine kadar kuzuların, kedi, köpek eniklerinin yolcuları takip ettiklerini gören çok. Kur’ân-ı kerîm okununca da kayboluyorlar. Onu bildiğim için okumanı istemiştim.
– Tevekkeli değil! Bize de yağız bir tay takıldı. Rabbimin her işi hikmetlidir. Bir günde üç harikulade hadiseye şahit olmak buna denir.
– Ecdadımız “Dağına göre kar…” derlerdi Lütfü Hocam!
– Sen de hep esrarlı konuşuyorsun Celâl Efendi.
– Yükseklere daha çok kar yağar…
– Ah! Yarama basma! Fena acıtıyorsun! Yükseklik değil acizlik bizimkisi Celâl Efendi acizlik!
– O kadar derin de değilim! Eh işte!..
Dönüp dolaşıp bugünkülere geliyordu aklı fikri, çünkü yaşadıklarına ait hakikatler gizlenemiyordu…
İmamlık çok zor meslekti, hele hakkıyla yapmak isteyenlere daha da zorlaşıyordu. Mesuliyeti yüksek, hesabı ağır, vebalı büyük… Omuzlarında tarifsiz bir yük taşıyor her daim. DEVAMI YARIN