İsrâ ve Mi’râc hâdisesi, Peygamberimizin Medîne’ye hicretlerinden 19 ay önce, mîlâdî 621 yılında, geceleyin vukû’ bulmuştur.
Dün gece (26 Receb 1446 Pazar gecesi), mübârek gecelerimizden “Mi’râc gecesi” idi. 26 Receb’i 27 Receb’e bağlayan gece “Mi’râc Kandili” olmaktadır.
Bilindiği gibi, mukaddes dînimiz İslâmiyette büyük kıymet verilen, “bereketli, hayırlı, faydası bol, feyizli” demek olan “mübârek” sıfatıyle sıfatlanan gecelerden biri de, Sevgili Peygamberimizin “İsrâ” ve “Mi’râc” mu’cizesiyle şereflendiği, göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü ve Allahü teâlâ ile konuştuğu gecedir.
Peygamber Efendimiz buyurdu ki: “Receb ayında bir gece ve bir gün vardır ki, bir kimse, o gece namaz kılsa, ibâdete devâm eylese, gündüzünde de oruç tutsa, bir senenin bütün günlerini oruç tutmuş, bütün gecelerini ibâdetle geçirmiş sevâbı verilir. O gün, Recebin 27. günüdür.”
Resûlullah Efendimiz, “Bi’set-i Nebeviyye”lerinin başından itibâren, 11 yılı aşkın bir zamandan beri, Allahü teâlânın dînini, son derece büyük bir merhamet ve şefkatle, insanlara teblîğ ediyordu. Ama Mekke halkı, kendilerini dünyâ ve âhirette mes’ûd ve bahtiyâr kılacak olan bu yüce esâslara îmân etmiyor, üstelik Peygamberimize ve Müslümânlara da çok sıkıntı veriyorlardı.
Hattâ îmânla şereflenen bir kısım bahtiyâr Müslümânlara işkenceyi iyice arttırmış olup kendilerine ebedî hayât verecek olan yüce dîni de yok etmek istiyorlardı. İşte uzun zamandan beri devâm eden îmân ve küfür mücâdelesinde, inananların sayısı, henüz pek fazla değildi; maalesef çoğunluğu inanmayanlar teşkîl ediyordu.
Peygamber Efendimiz, 52 yaşında iken, kendisine, Cebrâil aleyhisselâm gelip, Recep ayının 27. gecesi, Mekke-i Mükerreme’deki Mescid-i Harâm’dan, Kudüs’teki Mescidi Aksâ’ya ve oradan göklere götürdü.
Burada belirtelim ki, İsrâ ve Mi’râc hâdisesi, Peygamberimizin Medîne’ye hicretlerinden 19 ay önce, mîlâdî 621 yılında, geceleyin vukû’ bulmuştur. Resûlullahın bedenen Mekke’deki Mescid-i Harâmdan Kudüs’teki Beytü’l-Makdis’e götürüldüğüne inanmayan kâfir olur; çünkü bu husûs, âyet-i kerîmede bildiriliyor (İsrâ sûresi, 1). Göklere ve bilinmiyen yerlere götürüldüğüne inanmayan ise, Ehl-i Sünnetten ayrılmış olur; dâl (sapık) ve mübtedi’ (bid’at ehli) olur.
“Mi’râc”, sözlük ma’nâsı itibâriyle “merdiven”, “urûc = yükseklere çıkmak” gibi manâlara gelmektedir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mi’râc’ta Cennet’i, Cehennem’i, sayısız şeyleri görüp, Arş, Kürsî ve Rûh âlemlerini de geçerek, bilinmeyen, anlaşılamayan, anlatılamayan şekilde, mekânsız, zamânsız, cihetsiz, sıfatsız olarak Allahü teâlâyı da gördü. Hiçbir mahlûkun bilemeyeceği, anlayamayacağı ni’metlere kavuşup bir anda, Kudüs’e ve oradan da Mekke-i Mükerreme’ye geldi. Bu büyük nimet, sâdece Peygamber Efendimize nasip oldu, başka hiçbir Peygambere verilmedi.