“Kime, neye, nasıl ve niçin hizmet ettiğimizi biliyor muyuz? Ya da başka bir deyişle yaptığımız işi “neden” yapıyoruz? Vaktimizi nerede geçirdiğimizden elbette sorguya çekileceğimizin farkındayız.
O zaman oturmamızdan kalkmamıza bütün hâl ve hareketlerimizin dosdoğru olması gerekir. O hâlde ya her işimiz elimizden geldiğince Allah rızası için olur, ya da gaflet içerisinde geçirdiğimiz her dakikamızın ahirette hesabını veririz.
Elbette her hâl ve hareket gibi sanatın da Allah rızasına uygun olarak yapılması bir gerçektir. O ki yaptığımız işlerin değer görmesini istiyorsak bu hakikati kendimize şiar edinmeliyiz. Allah’ın rızasını kazanmanın ne büyük nimet olduğunun bilinciyle hareket etmeliyiz. Unutmamalıyız ki o severse ve isterse insanlara da sevdirir. Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;/Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış…” dediği gibi sanat, Allah’a ulaşmanın yollarını aramak… Bu gayeyle olursa insanların kulaklarında hoş bir seda bırakırsın. Ortada böyle bir hakikat varken çelik-çomak oynamanın ne anlamı var? Üç günlük dünyada bir heves uğruna gaflete düşmenin nefsin isteklerine dalmanın ne anlamı var? Bir de daha kötüsü var. Benlik… Gafletten daha büyük tehlike oluşturacak bir hastalık… Yaptığı işi kendisine mal ederek Allah’ı tanımayan insanların içine düştüğü bu dehşet, insanın sonunu getirecek bir felakettir. Sanat, aslında hikmet sahibi yaratıcının sanatını tasdik etmek ve yaymaktır. Ona ulaşmaya bir vesiledir. Allah’ın kudretini tefekkür edip “Sübhanallah, Maşallah!” diyerek onu tanımaya; zati ve subûtî sıfatlarını idrak etmeye çalışmak gerekir. İşte tanıdıktan sonra sanatçının yapacağı iş, artık onu tanıttırmaktır. Artık bunu “bir cümleyle mi yapar yoksa sayfalar dolusu yazarak mı?” O, sanatçının kalemine kalmış bir durumdur. Amaç kutsal, yol çetin, sonu gül bahçesi… O ki yolun sonunda ona varmak var, elbette o yolda hiç durmadan yürümeye gayret etmeliyiz.
Coşkun Bulut
ŞİİR
Dut Ağacı
Yasemin kokularıyla dönüyorum çocukluğuma,
Bilmezdim nedensiz değilmiş çocuk ağlamaları…
Nasıl ki uçmak âdetiyse kuşların,
Nasıl ki cemreler müjdecisiyse baharın,
Ve nasıl ki yollar habercisiyse vuslatın,
Bir çocuk ağlaması da öyle anlatır derdini…
Dünya geçici bir yermiş,
Her başlangıcın bir sonu varmış,
Bebek gözlerini açarken ağlar,
İnsan gözlerini kaparken kalanlar ağlarmış.
Herkes derdine, pek çoğu kendine ağlarmış…
Öğrenirmiş insan zamanla,
Her kuşun coşkuyla uçmadığını,
Cemrelerin içimizdeki bahara yetmediğini,
Ve her yolun sonunun vuslat olmadığını…
Biliyorum artık nedensiz değilmiş çocuk ağlamaları!
İşte içimdeki çocuk böyle anlatır derdini…
Şimdi bir beyaz güvercin hayatın ortasında umut,
Kayıp giden yıldızlar gibi kaybolup gitti güzel günler…
Gözleri yolda bekleyen bir dut ağacıyım şimdi ben
Her yağmur, her rüzgâr biraz daha yalpalar beni…
Dalıma konan beyaz güvercinler fısıldar umudu,
Hiç vazgeçmem bu yüzden beklemekten,
Köklerim kuruyana dek yolculara el sallarım…
Kübra Can
KELAM-I KİBAR KİBAR-I KELAMEST
(Büyüklerin sözü sözlerin büyüğüdür)
“Dünyaya kıymet vermeye değmez! Velhasıl, Allahü teâlâ yarattığı kulunun hem dünyada, hem ahirette, kabirde ve mahşerde, her yerde rahat etmesi için, kendisini hiçbir yerde, hiçbir zaman, çaresiz bırakmamıştır. Evlenirken de, iş kurarken de, yemek yerken de, her zaman her yerde, Onun rızasına uygun yaşamak imkânımız vardır. Çünkü bildirmeseydi, sual sormazdı. Ama her şeyi bildirdi. Bildirdiği için de, artık bize düşen; onu öğrenmek, öğrendiklerimizi tatbik etmek, ondan sonra da, onları Allah rızası için yapıp, tarlaya ekmektir. Tarla çok bereketli bir yerdir; ancak Allah için yapılanlar ahirette bire yüz, bire yedi yüz verecektir. Ve şimdi fırsat zamanıdır.”