“Sultânın benimle ne işi var?”

“Sultânın benimle ne işi var?”



Halîfe Hârun Reşid, bir akşam üzeri vezîriyle birlikte Fudayl bin İyâd hazretlerinin kapısını çaldılar.

O, içeriden sordu:

“Kimsiniz?”

Vezîr seslendi:

“Sultânımız seni ziyârete geldi. Kapıyı aç ki, kendisini daha fazla bekletmiyelim” dedi.

Hazret-i Fudayl;

“Sultânın benimle işi olmaz, benim de Sultânla hiç işim olmaz, lütfen meşgul etmeyin!” dedi.

Halîfenin hoşuna gitti.

Vezîrin kulağına eğilip;

“Aradığım, işte budur” dedi.

Ancak kapı açılmıyordu.

Vezîr, seslendi yine:

“Ey Fudayl! Aç kapıyı.

Hazret-i Fudayl;

“Ben açmam. Ama siz zorla girecekseniz, onu bilemem” dedi.

Yaşlı annesi;

“Aç oğlum” deyince açtı.

Onlar girince kandili söndürüp;

“Gözüm, dünyâ ehli birini görmesin” buyurdu.

O, dünyâ Sultânıydı.

Bu, gönüller Sultânı.

Hârun Reşid;

“Ey Fudayl! Bir nasîhatini almak için kapına geldim” dedi.

Hazret-i Fudayl, onun elini tutup; “Ne yumuşak el, bâri cehennemde yanmasa” buyurdu.

Hârun Reşid ağladı!

O, sözüne devamla;

“Ey Hârun! Sen milletin Sultânısın. Ama bilesin ki, asıl sultanlık, kendi nefsine sultân olabilmektir” buyurdu…

Comments are closed.