“Taş olsaydım erirdim, toprak oldum dayandım”

“Taş olsaydım erirdim, toprak oldum dayandım”




Vatana hasret yaşayan bir milletin, hazin hikâyesi, yeniden başlıyordu…

 

 

Mehmet Abdullah o ara anasının orada olduğunu fark etti:

– Aa; anacığım da buradaymış! Aşk olsun, kız desene! Az daha bir pot kıracaktım!

– Gördüğünü sanmıştım!

– Anacığım meraklanma; yüklerimiz hazır, öküzlerimiz de nallandı ve de besili. Bismillah, çekip çıktık mı yola, kimse yetişemez evvel Allah!

– İnşallah!

Deryalarda olur bahri,

Doldur da ver içem zehri.

Nene’m gurbet elin kahrı,

Ya çekilir, ya çekilmez!

O gidesi de geri gelmeyesi kahır günleriydi. Bir akşamüzeri duydu ağır haberi: Malı, davarı götürmüşlerdi. Herkes gibi o da çobanın evine gitti, ana baba günü, bütün köylüler de oradaydı. İçerideki hava da, dışarıdaki de pek bulanıktı; simsiyah, alçalmış bir gökyüzünün altındaki köy ve köylüler hırçın, çaresizdi…

Acı bir yel esintisinin ortasında kalmıştı; ne ileri gidebiliyor, ne de geri… Kendini zorlayarak tayaların yükseldiği bacaya çıktı Nene. Boş bir köşe bulup biraz ağlayacaktı ki bir türkü duydu. Ses, yabancı değildi. O da yüksek sesle tekrarladı duyduklarını. Tayanın bir köşesinde karşılaşınca karı koca, acıyla birbirlerine sarıldılar. Sıkıntılarını, mısralara yüklemiş, yele vermişlerdi. Neden sonra damdan indi. Yol boyunca, aklından geçenleri tekrarlayarak yürüdüler Mehmet Abdullah ile Nene Gelin.

El çek tabip el çek, yaram üstünden!

Sen benim derdime deva bilmezsin!

Ah nasıl tabipsin, yoktur ilacın!

Yaram, yürektedir, sara bilmezsin!

      

Sana derim sana, ey kalbi hayın!

Kimseler çekmesin feleğin yayın!

Yıkıp harap ettin gönül sarayın!

Alıp bir taşını koya bilmezsin!

      

Emrah’ım, dinledin benim sözlerim,

Muhabbetin, canevimde gizlerim!

Ne duruyon, ağlasana gözlerim!

Bir daha yârini göre bilmezsin!

“Taş olsaydım erirdim, toprak oldum dayandım” sözleri ile anlatmaya başlayacaktı başından geçenleri Nene; her yaşadığı acıydı, hem de pek acı.

Bilmem kaç muhacirlik yaşamış, sürgünlerin gölgesinde kalmış, Asya’nın bozkırlarından dört bir yana savrulmuş, vatana hasret yaşayan bir milletin, hazin hikâyesi, yeniden başlıyordu ve Nene Gelin, işin neresinde olacaktı?

                   ***

          GÖZYAŞLARIM

Nene Gelin “yaşanabilir başka bir âlem vardır mutlaka” dedi ve hayallere daldı elinde olmadan. Çok sayıda değişik dünyaların hayalini… gökyüzünde, yeryüzünde, ayda, yıldızlarda, hem de akla gelmeyecek yerlerde dolaştı durdu… En sonunda; “işe sıfırdan başlamalıyım” diyerek elindekileri ve yapabileceklerini düşündü. Her şeye rağmen hayal güzeldi. Çünkü hiç kimse buna mâni olamıyordu. Burada “imkânsızlık” denilen bir şey de yoktu. Yoktu ama yaşadıkları da gelip gelip önüne dikiliyordu. İşte Çeperli’den hicret macerasının başladığı ilk gün Nene’nin düşündükleri:

Kış geçer tarla, çayır hep allanır.

Ah çektikçe ciğerlerim sallanır!

Benim derdim dilden dile dallanır!

Göç kurulur mor tosunlar nallanır.

DEVAMI YARIN