“Türk evladı, babasız büyür ama, vatansız asla!..”

“Türk evladı, babasız büyür ama, vatansız asla!..”




“Düşman Aziziye Tabyalarına dayanmış, artık benim burada durmam mümkün değil Nazım’ım!”

 

 Nene’nin oğulcuğuna hitaben yazdıkları şöyle devam ediyordu:

Nazım’ım, belki, hepsi de geçerdi, sonu gelirdi bu acıların, seni kucağıma alıp Çeperli’deki evimize bile döner, kaldığımız yerden hayatımıza yeniden devam ederdik! Her kahkahandan, her sevgi işareti çığlığından sonra melek gibi uyuduğunda, her yer nurlanırdı kim bilir? Oysa şimdi içinden çıkamayacağım bir dehlizde, zifirî karanlıktayım. Ne zamandır, akıbetini bilmediğim ama cennet bahçesi hayal ettiğim bir yolda, düşe kalka, dizlerimi kanatarak yol alıyorum! Sağlıklı, huzurlu yaşama hevesin ile aydınlanan o yolda, îmânla yürüyorum! Hatta senin nefesinden kuvvet alarak koşmayı bile düşünüyorum! Sonunda serpilip büyüyeceğini ve vatanımıza sahip çıkacağını, nefes nefese ama yorulmadan, yılmadan, usanmadan ve asla bıkmadan “yeter” demeden koşacağını görür gibi oluyor, şimdiden yatacağım kara toprakta, huzurla dolacağımı ümit ediyordum…

Yolun nihayetine geldim balam! Veda ederken anladım, yolun sonunun; dipsiz, karanlık bir uçurum olduğunu… Düşünce kaybolacağımı biliyorum. Dibi yokmuş bu uçurumun çünkü! Bir çakılsam, paramparça olacağım! Sen, ben, baban, hayallerim ve geleceğim gibi her şeyim de parçalansın istemedim ama başka yol da göremedim! Bir umut belki! Hak teâlâdan ümit kesilmez! Aaahhh!

Gidişim, başka nasıl anlatılır ki?

Bak canım evladım; baban askerde, akıbetini bilmiyorum, amcan yaralandı, Hasan dayın daha dün gibi kollarımda can verdi, şehit düştü. Hain, zalim düşman Aziziye Tabyalarına dayanmış, artık benim burada durmam mümkün değildir! Unutma; Türk evladı, babasız büyür ama, vatansız asla!

Her şeyimi kaybetmenin ve doğru karar vermenin son eşiğindeyim yavrum! Her acı çekerkenki yalvaran bakışlarımda, her ağlayışımda ben zaten kaybolmuştum…

Bütün dünya, rahat yataklarında mışıl mışıl uyurken ben, kalbimi ve aklımı yanında bırakarak gidiyorum!

Sadece sarılabildim sana! Belki ana yüreğimi, ana muhabbetimi, az da olsa, son verebileceğim her şeyimi vererek, biraz hafiflemek istedim! Bir de doya doya ağlayabildim! Sen her şeyden habersizdin ciğerparem… Ahhh!

Söyle bebeğim, hangi yağmurlar kıyaslayabilir kendini, benim gözyaşlarımla? Ya da hangi yanardağlar tutabilir benim yürek yangınlarımın yerini? Hangi zelzeleler hatırlatır benim sana son bir defa dokunduğumdaki sarsıntımı? Hangi muharebeler; “sen ve bütün çocuklar hayatta kalsın” diye verdiğimiz mücadelelerden daha büyüktür?

Bizden ve bu yaşadığımız acılardan kalan tek şey; sana karşı bir kusurumuzun, kabahatimizin olmamasıdır Nazım’ım!

Doyasıya ve korkusuzca öpmek istedim ama hep tuttum kendimi, analık hissiyatım ağır basar; Urus üstüne, Ermeni üstüne gidemem diye! Seni, acı çeke çeke Allahü teâlâya emanet ederek, son kez öptüm doyasıya, bu bana ebediyen yeter herhâlde! Her iki gözünü, yanaklarını, ellerini ve ayak parmaklarını tek tek öptüm, hissettirmeden.

Başını, sonunu birbirine kattığım bu name; seni nasıl sevdiğimi ve benim yaşadıklarımı tam anlatmaya yetmeyecek, biliyorum! Mektubumu bitirmeliyim artık, çünkü her satırımda ağlamaktan kesiliyor nefesim! Vaktim de yok zaten! DEVAMI YARIN