İçimizdeki iyiliği öldürmeyin!

İçimizdeki iyiliği öldürmeyin!



“Ne kadar uğraşsanız da insanların içindeki iyilik duygusunu öldüremeyeceksiniz.”
 

Birileri içimizdeki iyiliği öldürmeye mi çalışıyor? Kimse kimseye merhaba diyemesin mi? Kimse kimsenin çocuğuna bir şey alamasın mı? Biz çocukken mahallede komşularımız büyüklerimiz ablalarımız amcalarımız, kendi çocuğuna çikolata veya dondurma vb. alırken yanındaki arkadaşlarına da alırdı.

Diyeceksiniz ki o zamanlar herkes herkesi tanıyordu. İyi de o zaman niçin bu kadar birbirini tanıyamaz hâle getirdik şehirleri? Kim diyordu herkes gelsin doluşsun İstanbul’a?

Ama ne olursa olsun, kimler uğraşırsa uğraşsın insanların içindeki iyilik duygusunu öldüremeyecekler.

Ben 62 yaşında bir emekliyim. Neler gördüm bu yaşıma kadar… Hiçbir zaman karamsar olmadım. Kötülüklerin iyiliklere galip geleceğine inanmadım… Yine de öyle inanıyorum. “Allah’ım beni yanıltma” diyorum… Bu duygularla gitmiştim o gün akşam namazına… Yanık sesli müezzinin okuduğu akşam ezanını dinlerken bu duygularla dua ettim… Namaz sonrası ellerimi kaldırıp Rabbime yine bu duygularla yalvardım:

“Allah’ım bu aziz vatanımızda bizleri birbirine sevgi besleyen, kardeşlik besleyen, yardımsever olan kullarından eyle. Bu duyguları kalplerimizde çoğalt. Bizi birbirine nefret besleyen değil birbirine dua eden birbirine yardım edenlerden eyle…”

Bu içten yalvarışım beni öyle değişik duygu seline kattı ki, ne yalan söyleyeyim duygulanıp ağladım bile…

Namaz bitti… Taze bir ekmek alıp evime gitmek üzere caminin az ilerisinde caddenin karşı tarafındaki fırına yöneldim. Hava yeni kararıyordu… Şirinevler Meydanı tıklım tıklımdı. Kimi o yana kimi bu yana sel gibi akıyordu insanlar… Her birine aynı duyguyla baktım… Her biri güzel ülkemin çocuklarıydı… Fırına geldim, taze ekmek yeni çıkmıştı. Bir ekmek aldım. Paramı verdim, poşeti elime alıp kapıya yöneldim. O esnada tatlı reyonuna dışarıdan bir çocuk yaklaştı. Ortaokul öğrencisi olduğu belliydi. Sırtında okul çantası okuldan çıkmış, biraz arkadaşlarıyla takılmış şimdi evine gidiyordu. Tatlıcıya seslendi tamamen doğal hâlde: “Abi bir dilim şu kadayıftan versene.”

Tatlıcı kadayıftan bir dilim kesip yiyebileceği şekilde bir kâğıda tutuşturarak çocuğa uzatırken çocuk da cebinden parasını çıkartmıştı. Çocuk, daha “kaç lira?” demeden tatlı tezgâhındaki o bıçkın delikanlı:

“Para istemez, koy onu cebine” dedi.

Allah’ım o an nasıl mutlu oldum… Çok şükür içimizdeki iyiliği öldüremediler…

         Şehabettin Yıldırım-İstanbul

Comments are closed.